El-Nur (azze ve celle)
بسم الله الرحمن الرحيم
Hamd âlemlerin Rabbi, hâkimi ve düzene koyucusu olan yüce Allah’a, salât ve selam Efendimiz Rasûlullah’a, ehli beytine ve ashabına ve yolunu takip eden mü’minlere olsun.
Rabbimiz olan Allah-u Teâlâ’nın yüce isimlerinden bir ismi de “El-Nur” ismidir. Bu isim lügat yönüyle; aydınlık, ışıklandırma ve münevver kılma anlamı taşımaktadır.
Nur sıfatı Allah-u Teâlâ’ya ait olduğu için Kendisini “El-Nur” olarak isimlendirmiştir.
Nur Sûresi 35. ayette şöyle buyruluyor: “Allah, göklerin ve yerin nurudur (aydınlatıcısıdır). O'nun nurunun temsili, içinde lamba bulunan bir kandil gibidir. O lamba bir billur içindedir; o billur da sanki inciye benzer bir yıldız gibidir ki doğuya da batıya da nisbet edilemeyen mübarek bir ağaçtan çıkan yani zeytinden çıkan yağdan tutuşturulur. (Bu öyle bir ağaç ki) yağı, nerdeyse, kendisine ateş değmese bile ışık verir. (Bu ışık) nur üstüne nurdur. Allah dilediği kimseyi nuruyla hidayete iletir. Allah insanlara (işte böyle) misal verir; Allah her şeyi bilir.”
İmam Müslim’de gelen hadiste Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimize “Rabbini gördün mü?” diye sorduklarında “O, Nurdu. O’nu nasıl göreyim!” diye cevap vermiştir.
Bu ismin şer’î yönden tarifinde âlimler görüş ayrılığına düşmüşlerdir. Bunlardan bazılarını zikredecek olursak:
1- İbn-i Abbas: “Hidayet eden yani doğru yolu gösteren” demiştir.
2- İbn-i Mes’ud: “Aydınlatan” demiştir.
3- Ubey bin Kâ’b: “Süsleyendir” demiştir.
4- Zahir yani görünendir.
5- Nur sahibidir.
6- Ebu’l-Hasan el-Eş’âri: O, Nurdur. Ancak yaratılmış nurlar gibi değildir.
Nurun yani ışığın hayatımızda önemi çok büyüktür. Eğer ışık olmamış olsaydı eşyaların hiçbir değeri olmazdı. Çünkü eşyaları görmede ışığın rolü malumdur. Işık olmasa göz bir işe yaramaz. Çünkü ışık ile açığa çıkmış eşyaların suretlerini gözlerimiz beynimize taşımaktadır. Buna binaen eşyaların suretlerini görmekteyiz.
Nur Sûresi’nde Allah-u Teâlâ göklerin ve yerin nuru olduğunu yani aydınlatıcısı, yoktan var edenin olduğunu haber vermektedir. Güneş, ay ve yıldızlar O’nun kudretiyle ve yaratmasıyla nur saçarak dünyayı aydınlatmaktadırlar.
İki çeşit nur vardır: Dünyevi ve imani nur. Gözle gördüğümüz bu nurlar dünyevidir. Bir de Allah-u Teâlâ’nın öğrettiği şekilde eşyaları tanımak ve okumak vardır ki buna hidayet nuru denir.
Mesela, namaz eylemi dünyevi gözle bakıldığında basit bir egzersiz hareketler zinciri olarak görülebilir. Ama hidayet gözüyle bakıldığında Allah ile kul arasında irtibatı en yüksek derecelere çıkaran, kişinin kulluğunun en bariz göstergesi ve dünya ahiret mutluluğumuzun en büyük kaynaklarından biri olduğu görülür. İşte namazı bu şekliyle görüp müşahede edebilmek için hidayet nuruna ihtiyaç duyarız. Eğer hidayet nurundan mahrum olursak onu basit bir spor eylemi görürüz. Buna binaen her bir Müslümanın Allah-u Teâlâ’nın nuruna, eşyaları kendisine tanıtmasına yani kısacası vahyine ihtiyacı vardır.
O’nun hidayet nuru, içinde lamba bulunan bir kandil gibidir. O lamba bir billur içindedir. O billur o kadar şeffaf ve o kadar güzel ki tıpkı inci misali bir yıldıza benzer. Onun yakıtı ne doğuda kalmış ne de batıda kalmış yani gölge altında kalmamış, sabahtan akşama kadar güneş görmüş, o zeytin ağacının güzel yağındandır. Ağaç ne kadar çok güneşten nasibini alırsa, yağı o oranda güzel olur. Bu yağ o kadar şeffaftır ki neredeyse kendisi ışık yayar. Yağın saf ve ışıltısı, billurun berraklığı ve yanan ateşin ışığı bir araya gelince nur üstüne nur olur.
Bu ayet hem Allah-u Teâlâ’nın hidayet nuruna hem de insanoğlunun fıtratı İslam’a uygun bir şekilde yaratıldığını işaret ediyor. Saf zeytinyağı ve parlayan billur insanın temiz fıtratıdır. Yani İslam gelmemiş olsa bile, insanoğlunun yaratılışı İslam fıtratı üzere olduğu için tek başına neredeyse hakkı görecektir. Bu temiz fıtrata bir de İslam nuru geldiği zaman nur üstüne nur eklenmiş olur.
İlim bir nurdur. İlim ile doğruyu yanlıştan, iyiyi kötüden ve güzeli çirkinden ayırırız. Mesela, içinde sıvı olan bir şişe gördük. İlmimiz olmazsa içindeki bu sıvının ne olduğunu bilemeyiz. İçindeki bal da olabilir, asit de olabilir, zehir de olabilir. Bu sıvı ile ilimsiz muameleye girecek olursak zarar görebiliriz.
İslami ilimlere ihtiyacımız büyüktür. İlim olunca iman ile şirki, Sünnet ile bid’ati, ibadet ile isyanı ve helal ile haramı birbirinden ayırabiliriz.
Akıl bir nurdur. Akıllı ile delinin tasarrufları arasında dağlar kadar fark vardır. Akıl, Allah’ın nuru ile nurlanırsa insan için çok büyük bir nimet olur. Ama akıl o nur ile nurlanmazsa insanın helak olma sebebi olur.
Kur’an bir nurdur. Bizim için hidayet kaynağıdır. Anayasaları Kur’an olan topluluklar yücelmiş, hakkı batıldan ayırarak yaşamış, küfür, batıl, isyan karanlıklarından İslam nuru ve medeniyetine ulaşmışlardır. Kur’an’dan yüz çevirmiş insanların huzursuz yaşadıkları ve alçaldıkları malumdur. Kur’an nurundan faydalanmayan toplulukların aya, güneşe, putlara, ineklere ve şeytanlara taptıklarını, mahrem akrabalarıyla bile zina ettikleri, içki, faiz, kumar, uyuşturucu, zina, hırsızlık ve zulmün aralarında kol gezdiği, sadece şehvet ve arzularını tatmin etme hedefini güden hayvani insan toplulukları hâline geldiklerine şahit olmaktayız.
Allah-u Teâlâ Bakara Sûresi 257. ayette şöyle buyurur:
“Allah mü’minlerin dostu, kayırıcısıdır. Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Kâfirlerin dostları ise tağuttur. Bunlar, onları aydınlıktan çıkararak karanlıklara sokarlar. Onlar, orada ebedi olarak kalmak üzere cehennemliktirler.”
Allah-u Teâlâ, bizlere ikram etmek ve iyilik yapmak için Kendisini bizlere tanıtan, insanoğlunun yaratılış amacını anlatan, hayatımızı düzene sokacağımız yasaları belirlemek suretiyle Kur’an’ı indirmiş, onu Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in Sünnetiyle bizlere açıklamış ve pratiğini göstermiştir. İslam düzeni, şeriat ahkâmı nurdur. Anayasaları Kur’an ve Sünnet olmuş devlet ve topluluklar nur içinde mutlu ve huzurlu yaşamışlardır.
Bunun zıttı her türlü İslam dışı düzenler, ideolojiler, inanç ve ilkeler tağuttur yani küfürde haddini aşmış olan şeylerdir. İslam dışı ideolojiler Laiklik, Demokrasi, Faşizm, Komünizm, Sosyalizm gibi sistemler karanlıklardır. Bu sistemler ile yönetilen topluluklar görünenin aksine karanlık çağlarını yaşamaktadırlar.
İslam nurundan halkları men etmeye çalışan ve kendi koydukları karanlık sistemlere, yönetimi altında olan insanları köle yapmaya çalışan lider konumundaki bu tağutlar, aslen bu insanları İslam fıtratı üzere yaratıldıkları bu nurdan koparıp cahiliye ve küfür karanlıklarına sokmaya çalışmaktadırlar. Hatta bu uğurda savaştırarak tamamıyla hem dünyaları ve hem de ahiretlerini karartmaktadırlar. Bu tağutları reddetmek ve onlara boyun eğmemek önceliklerimiz arasında olması gerekmektedir.
Bu tağutların askerlerini bu uğurda kaybetmeleri, cehenneme sürüklemeleri umurlarında bile değildir. Makam, liderlik, emirlik, arzularını tatmin etme hırsı ve dünya menfaatleri onların hakkı görmelerine ve hakka tabi olmalarına engel olmuştur.
Gerçek adalet, gerçek mutluluk, dayanışma, kaynaşma, muhabbet, merhamet, doğruluk, dürüstlük Allah (azze ve celle)’nin nur kıldığı bu güzel din ve sistem olan İslam’dadır. Allah-u Teâlâ dilediğini bu nura hidayet eder ve karanlıklardan kurtarır. Dilemediğine de bu nuru nasip etmez; o kimse veya kimseler sapkınlık, küfür ve şirk karanlığında bocalayıp dururlar.
Durum böyle olunca samimi bir kalp ve ihlaslı bir niyetle nurun sahibi Allah’a yönelmeli, bu güzel İslam nuru ile aklımızı, gönlümüzü, gözümüzü, kulağımızı ve dilimizi nurlandırması için çokça dua etmeli, vesilelere sarılarak bu nurun kaynaklarına gidip istifade etmeyi talep etmeliyiz.
Rabbim cümlemizi dalalet, sapıklık, küfür ve şirk karanlığından İslam nuruna çıkarsın.
Davamızın sonu yüce Allah’a hamd etmektir.