Firavun Musa (aleyhisselam)'ı Tekfir Ediyor!
-A A+A

Firavun Musa (aleyhisselam)'ı Tekfir Ediyor!

بسم الله الرحمن الرحيم

"Hani Rabbin Musa’ya: O zalimler topluluğuna, Firavun’un kavmine git, Hala sakınmayacaklar mı onlar? diye seslenmişti. Musa şöyle dedi: Rabbim! Beni yalancılık ile suçlamalarından korkuyorum. İçim daralır, dilim dönmez; onun için Harun’a da elçilik ver."[1] Musa (aleyhisselam) kavminin, kendisinde bulunan bir eksiklik nedeniyle davetini yalanlamasından ve ondan kaçınmalarından korktu. Kavmine olan yumuşaklığından ve hırsından dolayı Rabbinden kendisini daha açık ve net sözlü kardeşi ile desteklemesini istedi.

"Onların bana dayandırdıkları bir suç da var. Bundan dolayı beni öldürmelerinden korkuyorum."[2] O da Kasas Suresi’nde zikri geçen Musa (aleyhisselam)’ın vurup öldürdüğü adam suçu idi. Bu adam da Firavan’un kavminden olan Kıpti birisi idi.

"(Allah) şöyle buyurdu: Hayır! (seni asla öldüremezler.) İkiniz mucizelerimizle gidin. Süphesiz ki, biz sizinle beraberiz, işitmekteyiz. Haydi Firavun’a gidip deyin ki: Gerçekten biz, alemlerin Rabbi’nin elçisiyiz."[3] Bu ayette Allah (azze ve celle) iki kişi olmalarına rağmen onlar hakkında elçi lafzını tekil olarak kullanmıştır. Onların davetleri bir ve onları gönderen de bir olduğundan dolayı hükmen bir rasul olarak sayılmıştır. "İsrailoğulları’nı bizimle gönder!"[4] Firavun aynı zamanda İsariloğulları’nı köleleştiriyor, küçümsüyor, zorluyor, zayıflatıyor ve en alçak işlerde kullanıyordu.

"(Firavun) dedi ki: Biz seni çocukken himayemize alıp büyütmedik mi? Hayatının bir çok yıllarını bizimle geçirmedin mi? "[5] Allah (azze ve celle) Musa’yı, Kasas Suresi’nde zikrettiği gibi hüzün kaynağı ve düşman olması için Firavun’un evinde yetiştirmişti. Musa (aleyhisselam) Firavun katında kral ailesinden bir oğul ve bir emir gibiydi.

"Sonunda o yaptığın (kötü) işi yaptın. Sen kâfir birisin!"[6]

SubhanAllah... Firavun Musa’yı tekfir ediyor. O’na; ‘sen kâfir birisin’ diyor. Günümüz Firavun’ları da aynen böyledir. Kendileri hakikatte kâfir olmalarına rağmen Allah dostlarını ve Allah’a davet edenleri büyük günahlar ile itham ediyor ve tekfir ediyorlar. Bush’un Usame bin Ladin’i ve Zerkavi’yi tekfir ettiğini duymadınız mı? Bu mana, Müfessirlerden ayette geçen küfrü, islam’ın zıttı olarak görenlere göredir. Kimileri ise buradaki küfrü nimete karşı yapılan küfür olarak görmüşlerdir. O zaman mana şöyle olmaktadır: Bizim seni yetiştirmemize karşılık sen nankörlük yapan birisin.

"Musa: Ben, o işi o anda sonunun ne olacağını bilmeyerek yaptım."[7] Musa (aleyhisselam) dedi ki: Ben bu fiili Allah’ın nurundan uzak olduğum halde ve gaflet anımda yaptım. Yani; Allah’ın bana bu elçiliği, nebiliği, hidayeti ve ilmi vermeden önce yaptım. Ayrıca ben bunu kasıtsız bir şekilde hata ile yaptım ve bundan dolayı rabbimden bağışlanma da diledim. Bunların hepsi beni salihlerden olmaktan engellemez. Ve yine bu, Allah’ın beni size elçi olarak seçmesini engellemez. Açıkladığım halde ve durumda olan geçmiş günahı neden benim aleyhime delil olarak kullanıyorsunuz? Günümüz Firavunları da aynen bu şekildedirler. Mücahitlere ve Allah’a davet eden kişilere, kendilerinden sadır olan bazı hataları delil olarak kullanıyorlar. Belki bu eski zamanlarda yapıp tevbe ettikleri, belki de kendilerinden sorumlu olmadıkları şeylerden veya başka sebeplerden dolayı gerçekleşmiş olabilir. Bu insanların, Mücahitlerin ve Allah davetçilerinin hayatlarını karalamak için sürekli bir araştırma içinde olduklarını görürsün.

"Sizden korkunca da hemen aranızdan kaçtım. Sonra Rabbim bana hikmet bahşetti ve beni peygamberlerden kıldı."[8] Evet, Allah’ın elçisi Musa (aleyhisselam), Firavun’un şerrinden ve tuzağından korktuğu için kaçtı. Aynı bunun gibi birçok Allah dostu nebiler de kavimleri kendilerini taşladıkları, eziyet edip onları tehdit ederek şehirlerinden çıkarmak istedikleri zaman kaçıp vatanlarını terk etmişlerdi. Malesef günümüzde ilmi ile meşhur olmuş bazı şeyhleri, tağutlar kendilerini yakalayıp hapsedinceye kadar yerlerinde kaldıklarını ve kaçmadıklarını gördük. Hayır, asla kaçmayacağım! Dediler. Şeytan onları kandırdı ve onlara bu işin bir alçaklık olduğunu gösterdi. Bilakis, asıl kötülük ve ayıp kaçmaya gücün yettiği halde onların ellerinde kalmandır. Bu, zararın ve aldanmanın ta kendisidir. İnsanlar arasında anlayışı farklı olarak ayıranı her kötülükten tenzih ederim. Kararları ve istekleri de ayıranı her kötülükten tenzih ederim.

"İsrailoğullarını kendine kul köle edinmene rağmen bu nimet ile başıma mı kakıyorsun?"[9] Müfessirlerden meşhur olan görüşe göre bu ayet, başına (Arapça’da) soru edatı olan gizli bir hemze takdir ederek okunmalıdır. O zaman mana şöyle olmaktadır: Ey Firavun! Sen İsrailoğullarını köleleştirdin, kahrettin ve onları sömürdün. Ben ise Allah’ın takdir ettiği kaderinden dolayı bundan kurtuldum. Sen bu nimeti mi benim başıma kakıyorsun? Bu konuda senin bana karşı nasıl bir minnetin var ki? Sonra faziletli ve miskin olan İsrailoğulları’na yaptığın cinayet karşısında bu minnetin değeri ne ki? Günümüz Firavunları da aynen bu şekilde yapmaktadırlar. Mücahitlere, Allah’a davet edenlere ve halklarına karşı bazı iyliklerini zikrederek övünürler; Sizlere; hastaneler, üniversiteler, camiler ve okullar açmadık mı? Falan şeyleri yapmadık mı? Sonra sen ey terörist! Sana yardım eden, seni terbiye eden, senin için yorulan ve sonunda seni büyütüp mühendis veya doktor yapan devletine karşı mı çıkıyorsun? Ancak bunların kendilerinin yapmaları gereken şeyler olduklarını ve bunun hakkında herhangi bir minnetlerinin olmadığını unuttular. Hatta bunu yaparken iyilik etmeyi niyet etmiyorlardı ancak Allah onlara tuzak kurdu. Ve şunu da ekleyelim ki; bu yaptıkları şeyler zulümleri, fesatları, rezillere yardım etmeleri; dine saldırmaları ve küfürleri ile karşılaştığı zaman gözden kaybolacaktır. Hatta bu yaptıklarını saymalarına herhangi bir gerekçe kalmayacaktır. Bunlar aynen matematik ilmindeki etkisiz eleman (olan sıfır sayısı) halini alacaktır.

"Firavun şöyle dedi: Alemlerin Rabbi dediğin de nedir? Musa cevap verdi: Eğer işin gerçeğini araştıran ve anlayan kişiler iseniz, (itiraf edersiniz ki) O; göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabbidir. (Firavun) etrafında bulunanlara ‘işitiyor musunuz?’ dedi. (Musa) dedi ki: O, sizin de Rabbiniz, sizden önceki atalarınızın da Rabbidir. (Firavun) Size gönderilen bu elçi delidir, dedi. (Musa devamla) şunu söyledi: Şayet aklınızı kullanırsanız (anlarsınız ki) O; doğunun, batının ve ikisinin arasında bulunanların Rabbidir."[10] İşte burada lanetli Firavun’un sözleri kesildi. Kendisi ile tartışabileceği hiçbir delilinin kalmadığını ve meşruiyetinin bittiğini anlayınca, bütün Firavunlar gibi tehditlere sığındı: "Dedi ki: Benden başkasını tanrı edinirsen, andolsun ki seni zindanlıklardan ederim. (Musa) Sana apaçık bir şey getirmiş olsam da mı? Dedi."[11] O zamanın Firavunu (yenmek) günümüz Firavunlarından daha kolaydı. O zamanın Firavunu en azından karşı taraf ile münazara yapmayı kabul ediyor ve karşı tarafın delillerini ortaya koymasına izin veriyordu. Ancak günümüz Firavunları ise geçmiş atalarından şu dersi aldılar: Teröristler ve dinden çıkanlar ile hiçbir anlaşma, tartışma veya görüşme yoktur, olmamalıdır!

"(Firavun): Doğru söyleyenlerden isen, haydi getir onu! diyerek karşılık verdi. Bunun üzerine Musa asasını atıverdi; bir de ne görsünler, asa apaçık koca bir yılan oluvermiş. Elini de (koynundan) çıkardı; o da seyredenlere bembeyaz görünen (nur saçan bir şey oluvermiş.) Firavun, çevresindeki ileri gelenlere; Bu dedi, doğrusu çok bilgili bir sihirbazdır. Sizi sihri ile yurdunuzdan çıkarmak istiyor. Şimdi ne buyurursunuz?"[12] İşte bu delil, bir çok sihirbazın kendisi ile insanları küçümsediği, ateşlediği ve kendisi hakkında bedbahtlığın yazıldığı kimseleri Allah yolundan alıkoymak için kullandıkları en büyük delildir. Bu; Vatan, toprak ve şehir fitnesidir. Sizi yurdunuzdan çıkarmak istiyorlar diyerek kendilerine delil getiriyorlar.

Peki Ey Firavun! Musa seni toprağından çıkarmak için mi geldi. O, sana gelip şunları söyledi: Müslüman ol! Eğer bana inanmıyor ve Müslüman olmuyorsan o halde İsariloğulları’nı benim ile gönder. Onlara eziyet edip kendine kul köle edinme! Ve yine (Firavun kavminden olan) nasihat eden adam şunları söyledi: "Ey Kavmim! Bugün, yeryüzüne hakim olarak hükümranlık sizindir. Ama Allah’ın azabı gelip çatarsa kimin bize yardım etmeye gücü yetebilir?"[13] Allah’a iman et ve Müslüman ol, mülkün sana kalsın! Kim sana, bizim senin mülkünü almaya geldiğimizi söyledi. SubhanAllah ne garip!

"Dediler ki: Onu ve kardeşini oyala ve şehirlere toplayıcı görevliler gönder, ne kadar bilgisi derin sihirbaz varsa sana getirsinler. Böylece sihirbazlar belli bir günün tayin edilen vaktinde biraraya getirildi. Halka; siz de toplanıyor musunuz (hemen toplanın) denildi."[14]

Son söz...

Evet, onlar her yerde bulunan Firavunlardır. Onların mizaçları, üslupları ve konuşmaları tarihin tanıdığı ve tarih aracılığı ile bütün insanların tanıdığı (Firavun) üslubudur.

Allah’a ve dinine ters olan, onlara karşı savaşan; mürtedler, zındıklar ve kâfirler olmalarına rağmen dine karşı istekli olduklarını iddia ettiler.

Vatana ihanet eden, servetlerini çalan, yıkıp dağıtan ve orada bozgunculuk çıkaranların bizzat kendileri olmalarına rağmen vatana karşı istekli olduklarını iddia ettiler.

Halkları öldüren, zulmeden, rüyalarının kâbusu olan ve onları küçültenler olmalarına rağmen halklara karşı istekli olduklarını iddia ettiler.

Yeryüzünde bozgunculuk çıkaran, miskinleri korkutan ve mustazafları ürkütenler olmalarına rağmen insanların mutluluğunu, güvenin ve istikrarın oturmasına karşı istekli olanlar olduklarını iddia ettiler.

Vatani birliğe, özgürlüğe ve güzel olan her şeye karşı istekli olduklarını iddia ettiler. Ancak aslında onlar bütün güzelliklere karşı olanlar ve bütün kötülükleri piyasaya sürenlerin ta kendileridirler. Allah onlara lanet etsin ve onları kahretsin.

Kur’an’da sürekli zikri geçen ve her yerde tekrar tekrar zikredilen Firavun kıssasındaki hikmeti anlamak için şunu iyi bilmeliyiz ki; Firavun, her yerde ve her alanda gelecek olan firavunlar için sadece bir örnektir.

Allahım! Seni şahit tutarak söylüyoruz ki: Biz, Firavunu ve firavunlaşmış olanların hepsini inkâr ediyoruz. Bizim ile onlar arasında artık bir düşmanlık ve buğz baş göstermiştir.

Allah bize yeter ve o ne güzel bir vekildir.

Tercüme: Abdullâh Bin Ravâha

 

[1]Şuara 10-11-12-13

[2]Şuara 14

[3]Şuara 15-16

[4]Şuara 17

[5]Şuara 18

[6]Şuara 19

[7]Şuara 20

[8]Şuara 21

[9]Şuara 22

[10]Şuara 23-24-25-26-27-28

[11]Şuara 29-30

[12]Şuara 31-32-33-34-35

[13]Ğafir 29

[14]Şuara 36-37-38-39

2 Ara, 2017 Şehid Şeyh Atiyyetullah El-Libi
Etiketler: Hakk, Cihad, Tekfir, Musa aleyhisselam, Firavun, Musa