Onlardan Kimi de 'Bana İzin Ver, Beni Fitneye Düşürme' der
بسم الله الرحمن الرحيم
"Onlardan öylesi de var ki: Bana izin ver, beni fitneye düşürme der. Bilesiniz ki onlar zaten fitneye düşmüşlerdir. Cehennem, kâfirleri mutlaka kuşatacaktır."[1]
Münafıkları açığa vuran ve onların sırlarını ortaya saçan surede Allah (azze ve celle) münafıkların özelliklerini, kendilerine tutundukları mazeret ve delilleri zikretmiş, onlara reddiye vermiş ve onları açığa çıkartmıştır.
Allah (azze ve celle)'nin onlar hakkında zikrettiği özelliklerinden biri de; Allah yolunda cihad etmekten kaçınmak ve Allah'ın kendilerine farz kıldığı şeylerin dışına çıkmak için izin istemeleridir.
Onların mazeretlerinden birisi de "fitneye düşme" mazeretidir.
Allah (azze ve celle) bu ayetten önce cihad'tan geri durmak için izin isteme özelliğini zikretmiş ve şöyle buyurmuştur: "Allah'a ve ahiret gününe iman edenler, mallarıyla ve canlarıyla savaşmaktan (geri kalmak) için senden izin istemezler. Allah takvâ sahiplerini pek iyi bilir. Ancak Allah'a ve ahiret gününe inanmayan, kalpleri şüpheye düşüp, kuşkuları içinde bocalayanlar senden izin isterler."[2]
Allah (azze ve celle) bu mazeretin, Allah'a ve ahiret gününe inanan kimselerden çıkmayacağını, bilakis ona inanmayan, kalpleri şüphe içinde olan ve kuşkuları içinde bocalayanlardan çıkacağını belirtmiştir. Ve aynı zamanda bu mazeretin nifak alameti olduğunu, bu fiili Allah'a ve ahiret gününe iman edenlerin yapmadığını bilakis münafıkların yaptığını da açıklamıştır.
Allah (azze ve celle) bunu genel olarak münafıkların mazereti olarak zikretmiştir. Sonra da mazeretlerine şer'i elbise giydirenleri ve bu izin istemenin fitne korkusundan olduğunu söyleyenleri de zikretmiştir.
Bu ayetin kendisi hakkında indiği kişi, el-Ced bin Kays'dır. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) sahabeyi savaşa teşvik etmiş ve onlara; "Savaşın! Sarışın oğullarının kızlarını ganimet alırsınız." demiştir. Bunun üzerine el-Ced: "Bana izin ver, beni kadınlar ile fitneye düşürme." diyerek kadınlara sabredememesini mazeret olarak öne sunmuştu.
Adamın kendisi ile mazeret olarak öne sürdüğü fitne dini hakkında ki fitnedir. Cihadı kendisinden dolayı terk ettiğini idda ettiği korku dünya değil de din korkusudur. Ancak buna rağmen Allah (azze ve celle)'in kendisine verdiği cevaba bak; "Bilesiniz ki onlar zaten fitnenin içine düşmüşlerdir. Cehennem, kâfirleri mutlaka kuşatmıştır."[3]
Aynı bu münafığın yaptığı gibi Fitne korkusunu delil getiren kişinin hali nasıldır acaba? Bu münafık onu bir özelliğinde geçmiştir, o da Münafığın getirdiği mazeret din hususunda bir mazerettir. Ancak diğer adamın getirdiği mazeret ise dünyalık bir mazerettir. Bunlardan hangisi mazeret olmaya daha yakın ve ayıplamadan daha uzaktır sizce?
Fitneye düşme korkusunu mazeret getiren münafıklar, Allah'ın bu ayetten önce "Fitneye koşanlar" olarak zikrettiği kimselerin ta kendileridirler. Allah (azze ve celle) şöyle buyrur: "Muhakkak ki onlar önceden de fitne çıkarmak istemişler ve sana nice işler çevirmişlerdi. Nihayet hak geldi ve onlar istemedikleri halde Allah'ın emri yerini buldu."[4] Bunlar bütün işlerinde fitne çıkarmak için koşuşmuşlardı. Ancak cihad emri gelince bu farzdan kaçabilmek için fitneyi mazeret olarak getirdirler.
Bu delili kendisine mazeret olarak getiren münafık, bu ayetin sonundaki (tehdidi) iki büyük hatadan dolayı haketmiştir;
- Farzı ayn olan emirlerden kaçmak için izin istemek müminlerin özelliği olmamasına rağmen, cihad'tan geri durmak için izin istemiştir. Bilakis bu konuda izin isteyenler sadece iman etmeyen, kalbi şüphe içinde olan ve kuşkusu içinde bocalayanlardır.
- Sonra da izin istemesini Fitneden korkmak olarak açıklamıştır. Kendi görüşünü şer'i nassın önüne geçirmiş, fitne ve onun sebebleri konusunda daha bilgili olduğuna inanmıştır. Kendi görüşü ve isteği üzere bir yol tutmuş ve böylelikle tam anlamıyla fitnenin içine düşmüştür.
Ne zaman ki zayıf ve dar olan akıllarına dayandılar, böylelikle Allah onları akılları ile başbaşa bıraktı. Fitneden kurtulma yolu olarak gördükleri şey fitnenin en büyük sebebi ve en büyük vesilesiydi. Zira cihad'tan geri durma fitnesi ve nifak fitnesinden daha büyük bir fitne nasıl olabilir ki? Hatta cihad'tan geri kalmış ve geri durup kaçma konusunda isabet ettiği hakkında kendi nefsini ikna etmeye çalışmıştır.
Vacibin terkinde ve masiyet işlemede maslahat olarak gördüğü şeyleri elde etmek için Allah'ın emrini terk edenlerin hepsinin durumu da böyledir. Kendisinden kaçıp sığınmak istediği şeylerden daha kötülerine düşmüşlerdir.
Günümüzde de laiklerin üzerimize musallat olmamaları için cihadı ve tağutların inkarını açığa vurmayı terk etmemizi isteyenleri de görüyoruz. Çok geçmedi ki onları laiklerin safında görür olduk. Hatta laikliğin, islam dostluğu dışında başka bir dostluğa ve La İlâhe İllallah bayrağından başka bayraklara sahip olduklarını bilmelerine rağmen, insanları onların ilkelerine ve fikirlerine en çok davet edenler olarak gördük.
Tağutların müslümanlara musallat olmamaları için cihadı ve mürtedlerin küfrünü açığa vurmayı terk etmemize bizi davet edenlerin kendilerini, hiçbir çekinme olmaksızın tağutların saflarında yer aldıklarını gördük. Hatta bu safların önlerinde olanlar ve onların bayraklarını taşıyanlar haline geldiler. Bundan Allah'a sığınırız.
Fitnenin en büyük sebeplerinden biri Allah ve Rasûlü'nün emrine muhalefet etmektir. Nitekim Allah (azze ve celle) şöyle buyurmuştur: "Onun emrine muhalefet edenler, başlarına bir fitnenin gelmesinden veya kendilerine elem verici bir azabın isabet etmesinden sakınsınlar."[5]
Ayetteki fitneden kasıt şirktir. Bu fitnenin altına, dinde muhalefet edenleri cezalandırmak da girmektedir. Allah muhalefet eden kimseyi iki ceza ile sakındırmıştır; din hususunda fitne ve dünyada elem verici bir azap. Kulun kendisinden korktuğu kötülük ve kusurun hepsi Allah'ın ve Rasûlü'nün emrine muhalefet etmek ile gerçekleşir.
Cihadı terk etme konusunda izin isteyen kişi izin istemesi ile en büyük fitne olan; Allah ve Rasûlü'nün emrine muhalefet fitnesinin yolunu tutmuş olur. Peki bununla beraber hâlâ nasıl Fitneden korktuğunu idda eder? "Bilesiniz ki onlar zaten fitnenin içine düşmüşlerdir."[6]
Allah en iyi bilendir.
Salat ve selam Allah'ın kulu ve elçişi Muhammed'e, onun ailesine ve ashabının hepsine olsun.!
Tercüme: Abdullâh Bin Ravâha